ELVEDA ENDÜLÜS
Ey hayat kaynağı güneş!
Geceyi süsleyen ay ve yıldızlar!
Deli rüzgar, dertli bulutlar, ağırlığınca sessiz dağlar!
Ey yer ve gök!
Söyleyin ...
Söyleyin nolur!
Ne şanlı ordular gördüğünüzü.
O şan ki, dağlara ad olmuş, toprağa ziyad,
Yürütmüş namını Garb'ın bağrına,
Bir zaman gam olmuş,
bir zaman da şad!
Ve bir kutlu şehir,,
Kurtuba!
Mandalin kokulu..
Bahçeleri hurma ve nar..
Güneş ki, gülleri al al etmiştir o bahçede,
Etekleri savuran tatlı bir rüzgar,
Bazen mavi bazen sarı bazen har!
Nice methiyeler yazdıran şiir ruhlu şairlere,
Ve nice ağıtlar..
Kim bilir, bağrında ne hüzünleri saklar;
Çiçek çiçek saksılı duvarlar,
Taş kaldırımlı dar sokaklar.
Sanki biraz yaklaşsan fısıldayacak,
Hicran dolu bir nameyi, kulaklarına
Peri kızlarına ait mercan dudaklar..
Kurtuba! Bir ulu çınar!
Ve bir Ulu Mescid ki, haykırıyor mihrap ve sütunlar;
Nasıl da ihtişamlarıyla tüm dünyaya meydan okuduklarını bir zamanlar.
Güneş kırmızıya bürünmüş kemerlerinde, çöl ise beyaza;
Orman olmuş hurma ağaçları sütun sütun,
Hasret duyulan o peygamber topraklarına.
Duyar gibi olursunuz, içli içli tilavetini
Bir köşede Kur'anı hıfzeden İbn Hazm'ın;
Ya da görürsünüz belki başka bir köşede,
İbn Rüşd'ün etrafında halka olmuş cemaatini,
Bilgelik dersleri ile inşa etmekte,
Nice medeniyetlerin temellerini..
Bir rüyadır böyle, gidip gidip gelirsiniz,
Bir acı oturuverir göğsünüze,
Nefesiniz kesilir
Düğümlenir sözcükleriniz,
Ve yutkunmak imkansızdır;
Bir çan sesi,
İçinizdeki tüm hilalleri söndürüveren
İşte o an, Meryem'in güzel yüzünden süzülen gözyaşlarıyla, siz de şahit olursunuz,
İsa'yı çarmıha germişlerdir,
Kütle kütle altınla üstelik,
Camiu'l- Kebir'in tam orta yerine.
Omuzlarınızda bir ağırlık, bacaklarınız takatsiz,
Düşüverirsiniz de dizleriniz kapanır yere,
Lakin yasaktır artık,
Müslümanca görünen küçücük bir hareket bile..
( namaz kılar gibi görünen davranışlar yasak)
İşbiliyye!
Sevilla!
Ah nehirler, köprüler ve minareler!
Çark çark şehirlere akan sular..
Nazarları engellesin kirpikler, -ki,
Burada her tohumu bereketle harmanlıyor topraklar.
Vadiu'l-Kebir süzülür tüm endamıyla, bu şehr-i gülistanda,
Ve rüzgar sürükler sandalları nazlı nazlı, Gümüş rengi parıltılı sularda,
Sanırsın ahu yüzlü yakut gözlü bir güzel işve yapmakta.
Gözler kamaştırır suya rengini veren gök bu şehirde,
Zeytin dalları, üzüm bağlarıyla el ele,
Dağların eteklerinde dans etmekte
Gıranada!
Al-Bayzın!
Beyaza bürünen şehir,
İslama boyanan şehir,
Bir gelin misali kurulmuştur nehrin iki yakasına,
Gözler kamaştırır kırmızı duvağıyla el-hamra,
Gökkuşağından toplanmış renklerle bezenmiş sanki duvarlar,
Bahçelerinde envai çiçek, yeşillikler, salkım salkım ağaç dalları, bağlar,
Cennet daha güzel kokuyor olamaz diye düşünürsünüz
Cennet'ül Arif'de neşe bulur tüm uzuvlar
Saray ki, köşe bucak işlenmiş nakış nakış,
Hayretten aciz kalıyor her bir bakış
İlim, kültür ve sanat sanki ayyuka çıkmış
Güneş artık dünyaya
Buradan doğmalıymış..
Artık o saltanattan geriye kalan sükut
El hamra kurulmuş bir tepede yakıyor ağıt
Öyle sessiz bir ağıt ki, sanırsın kulaklar olacak sağır
Zaman durmuş sanki, herşey bir anıt
Ebu Abdullah'ın gözyaşları durur mu hala acaba,
Sierra dağlarında,
Onca asır gül ekip nar biçilen bu topraklarda,
Nasıl da ilmek ilmek işlenmiş taşına, toprağına, dalına;
"Vela Galibe illellah"
Şimdi nasıl terk edilebilir bu şehir söyleyin bana,
Söyleyin yer ve gök Allah aşkına!
Zeynep Korkmaz
|