Şehremini Lisesi'nden Rüzgar
İstanbul’da ilk görev yerim Şehremini Lisesi. Yıl 1979, yani öğrenci olaylarının en yoğun olduğu günler. Okulumuz da hayli kalabalık, çift öğretim ve hepsi lise. Zaman zaman olaylar oluyor. Din Dersi ve Ahlak Dersi ayrı dersler. Her sınıfta birer saat. Din Dersi seçmeli. Ama okulun dirlik ve düzeni açısından sorumlu olmayanlar da sınıfta durmaya mecburlar. Diyelim 50 kişilik sınıftasınız, Din Dersini seçen 20 kişiye ders anlatıyorsunuz ama herkes sınıfta, başka derslere çalışıyorlar veyahut kulak misafiri oluyorlar. Bizim açımızdan sıkıcı bir durum, ama öğrenciler kulaklarına bir şeyler tıkayacak değiller ya, kulak misafiri ola ola bir müddet sonra derse katılmaya başlayanları çok gördüm.
Lise 2. sınıflardan birinde çok dik kafalı, her şeye mutlaka itiraz eden ve dersi adeta sabote eden bir çocuk dikkatimi çekiyor. Her şeye itiraz ettiği gibi, hiçbir şeyi de kabul etmiyor. En sinir hareketi de, sizin özenle söylediğiniz şeyleri, başını iki yana sallayarak ve sağa sola bakıp gülerek tepki göstermesiydi. Keşke dersi seçmemiş olsaydı, hiç olmazsa onu hesaba katmaz ve anlatır giderdiniz. İmtihanlarda da inadına ters şeyler yazıyordu. Çok okurdu. Babasının asker emeklisi olup vefat ettiğini, annesinin dinle pek alakası olmadığını, ağabeyinin ateist olduğunu söylerdi. Birinci dönem karnesine Din Bilgisi zayıf geldi. Okulda tek zayıf. (Öğretmenlik hayatımda karneye verdiğim ilk ve son zayıf.)
Rüzgar’ın itirazları derse de sığmamaya başladı. Teneffüslerde, paydoslarda alabildiğine “bu niye böyle, niçin şöyle değil” diye itirazları devam edip gidiyor. Okulda onu tanıyan bazı öğrencilerin bu münasebet dikkatini çekiyor ve beni dikkatli olmam konusunda uyarıyorlar. O zaman Altunizade’de oturuyorum. Okulla arası hayli uzak. Emin olun Rüzgar’ın beni sorgulamasına okuldaki zaman yetmiyor, bazen annesinden izin alıp birkaç saatliğine ta evime, bana haddimi bildirmeye geliyor. Aramızda hala ortak olduğumuz bir fikir yok. Bir keresinde ahbaplarımdan birkaç hoca arkadaşımla karşılaştılar. Konuşmalarımızı dinleyen arkadaşlar Rüzgar gidince, bana bir daha böyle sapıklarla vakit geçirmememi Allah aşkına tenbih ettiler.
Rüzgar, bir gün benim hiçbir fikrimi kabul etmemekle beraber, bir tehlikeye karşı beni uyardı: Annesi, benim, oğlunu kafakola aldığımı zannedip, bana haddimi bildirmek için okulumuzdaki Milli Güvenlik hocasını devreye sokup, okuldan attırma faaliyetine girişmiş. Oğlu her şeyi anlattığı halde inanmamış. Rüzgar’a eh ne yapalım, hayırlısı olsun, sen canını sıkma, aramızdaki münasebeti lütfen kesmeyelim dedim. Zaten kendisi de, daha görülecek hesabı olduğunu, beni, eninde sonunda kendi dediği yere getirmeden peşimi bırakmak niyetinde olmadığını söyledi. Ama epeyce ilişkilerimiz ilerlemişti. Her ne kadar dediklerimi doğrulamıyor ise de, centilmence davranabiliyordu. En azından benim kendisine gösterdiğim saygının karşılığını veriyordu. Bu da aslında yeterdi.
Araya yaz tatili girdi. Yazın, birkaç defa çok kısa süreli görüştük. Ben memlekete gittim. O sırada MTTB faaliyetlerine devam ediyordu. Rüzgar’a yaz tatilinde canı sıkılırsa, oraya şöyle bir uğramasını, bizim gibileri biraz daha yakından tanımasını söylemiştim. Gerçekten bir iki kere uğradığını ama hiç açmadığını söyledi. Okul başladı, biz kaldığımız yerden aynen devam edecek tik ki, bana daha ılımlı davranmaya, namaz dua ve surelerini ezberlemeye başladı. Bir gün, sıkı durun, hafız evet yanlış duymadınız hafız olmak istediğini söyledi. Ben artık bayram yapabilirdim. Sadece ben değil, ailece bayram yapabilirdik. Çünkü bir insanın günlerini, hele zihnini bu kadar meşgul eden böyle bir kişiden ve olaydan eşimin habersiz olması düşünülemezdi.
Bir gün Rüzgar müthiş bir moral bozukluğuyla geldi ve ağabeyini öldürmek istediğini söyledi. Hani bahsetmiştik, ağabeyi ateistti. Rüzgar’ın yeni fikirlerine karşı ağza alınmayacak küfürler ediyormuş. Ben, şimdiye kadar kendisine nasıl sabrettiysem, onun da ağabeyine gereken sabrı göstermesi gerektiğini söyledim. Sabır imtihanına girmeye razı oldu. Ben de ona çok sabrettiğimi ve neticeyi gördüğünü söyledim.
Derken ben, Çamlıca Kız Lisesi’ne geldim. Ara sıra haberleştik. 12 Eylül darbesini yaşadık. Benim öğretmenlikten atılmam, hapis olayları vs. derken epeyce görüşemedik. Liseyi bitirdiğini, Ankara İlâhiyât Fakültesine gittiğini ortak dostumuz bir başka öğrencimden öğrendim.
Ona beni görüp görmediğini sormuş. O da, en son üstad (Necip Fazıl)’ın tabutunun altında görüştüğümüzü söylemiş.
İlâhiyât’tan sonra Sultançiftliği’nde büyük bir camide imamlık yaptı. Şimdi Mekke-i Mükerreme’de Kur’an Kursu hizmeti yapıyor. Umreye gittiğimde misafiri oldum.
Şunu inanıyorum, anlatacağımız şeylerden ziyade, nasıl anlatacağımız çok daha önemli.
Hasan AVCI
|