Evlad-ı Fatihan’ı Unutmak
Çeyrek asırlık hayatımın tek meşgalesiydi öğrencilik. Okullardı yuvam… Hiç büyümemiş yanımın hayat bulan tek adresleri. Kitaplar arasında kaybolmak, araştırmak, sorgulamak, yazmak... Bendeki büyümeyen çocuğu yuvaya çağıran oyunlardı. Buydu belki de öğretmenliğe gelişimin sebebi… Öğretmen oldum ama büyümedim demek ki daha belli, içimdeki çocuk hala çağırıyordu beni. Bir gün öncü eğitimcilere götürerek bir maceraya sürükledi ki, kendimi sorguladığım, çıkmaz sokaklarında kaybolduğum, içimde derin acıyla döndüğüm bir maceraya.
Nihayet istediğim yerdeydim: Öncü Öğretmenler Zirvesi. Ben bu çocuklukla içimde ki zirvelere tek tek ulaşmaktaydım. Derken kısmet oldu Üsküp’e havalandık, sonunda Üsküp karşımda. Bir baktım bütün her yer bahçe, bende ki zirvelerde ivme kaybederek yerini bıraktı bahçelere. Neyse dedim bir bekle hemen çocukluk etme paketi olmasa bile belki de içindeki güzeldir. Otobüs yolculuğu boyunca zirvelerden deniz seviyesine kadar indim derken idealist ben ön yargı gözlüklerimi takınmıştım hemen. Yolculuk boyunca 1990’lara geri dönmüştüm. Bitap sokaklar, ölümüne az kalmış arabalar, soğuk bakışlı yüzler ve masumiyet akan küçük gözler… Balkanlar, hayal kırıklığıydı bende.
Neyse ki zirve vakti geldi çattı, ilk akademik sunumumun heyecanı sardı dört bir yanımı. Heyecanlıyım diye diye atlattım çok şükür. Otelde de ütopik bir hayatta yaşadık gayet mesuttum anlayacağınız. Gerçeklerle tanışma vakti gelip çaldı kapıyı, hadi bakalım şimdi neler olacaktı?
Ve tarih kucağını açmış beni bekliyordu. Kucaklaştık önce, insan kendi olana daha çabuk alışır ya benimki de o misal: Avrupa değildi gördüklerim, Bursa sokaklarında gezmekteydim. Çan kuleleri değil minarelerdi göğe ulaşan, ezan sesleriydi kulakları çınlatan… Arnavut kaldırımlı sokaklar, taş köprüler, ecdad yadigarı ulu çınarlar, kısık sesli ırmaklar, hû ile inleyen dergahlar… Her şey biz kokuyor, ecdadı andırıyordu. Ön yargı gözlüğünden çoktan kurtulmuş birden benimsemiştim buraları. Adem Yaşari’nin kendinden vazgeçişini, çarşı duvarlarını saran ezan seslerinin dinmemesi için verilen mücadeleleri duydukça daha çok bizdendi sanki.
Müslüman olmak zordu dünyaya makyajlı Avrupa’da… Ötekileştirilmiş insanların mücadelesiydi yaşanılanlar. Ötekileştirilmişlerin hikayesi ile anlam bulmaya başlamıştı ‘’Evlad-ı Fatihan’’. Ötekilerin hikayeleri bir cami başında yalnız bırakılmış minarelerin ezanla inleyişinde vücut bulanlardı.
İslamiyet mücadelesi denilince aklımıza Filistin gelir, Mescid-i Aksa’ya hasret bırakılışları, yurtlarının açık hapishane edilişleri. Doğu’ya o kadar dönmüşüz ki yüzümüzü, sırtımız batıya kalmış. Unutmuşuz ötekileri… Afedersiniz, hatırımdan çıkmış tabi Trakya’dan ötesi gavurdur bizim için! Ön yargı gözlüklerini takmışız, övündüğümüz ecdadımızın evlad-ı fatihan mirasçılarından vazgeçmişiz! Müslüman köylerinin ‘’ hac ‘’ ışığındaki karanlığını, minarelerimizin dev haclar altındaki ezilişini, ezanlarımızın sesinin kesilişini bilememişiz… O kadar sırtımızı dönmüşüz ki %99’u müslüman diye anlatılan Kosova’nın misyonerlik faaliyetlerine heba edilişini görememişiz. Müslümanlık gizlenir, Türklük saklanır olmuş sessiz çığlıkları duyamamışız. Arnavut kaldırımları bir tek fısıldar olmuştu aralara gizlenmiş gerçeklikleri.
Derinlerde acı duygusu ile döndüm demiştim bir yerlerde, neden acımıştı canım? Gaflet içinde oluşumdan mı, Müslümanlığımı al bayrak altında dinmeyen ezan sesleri ile yaşayışımdan mı? Kıymetini bilemediğimiz vatanımız için evlad-ı fatihan torunlarının ana vatan diye ağlayışlarından mı? Hangisinden canım yanmış olabilir? Söyleyeyim, daha sayamadıklarımı da katarsam bir dünya halimden. En çokta Balkan Müslümanlarına karşı ‘’3 maymun’’ oynayışımızdan! Ulu çınarların kök saldığı gencecik topraklar: Balkanlar, unutulmuş evlatlardı artık…
Evlad-ı Fatihan gezisini düzenleyip, ‘’Balkan Müslümanları’’
farkındalığını oluşturmama yardımcı oldukları
için Öncü Eğitimciler Derneği’ne teşekkürlerimi arz ederim.
Feride AKAN
|